DOLAR 34,8494 0.07%
EURO 36,7426 -0.1%
ALTIN 2.983,850,28
BITCOIN 3396911-1,12%
İstanbul
15°

PARÇALI AZ BULUTLU

13:02

ÖĞLE'YE KALAN SÜRE

Mehmet Ali Özkan

Mehmet Ali Özkan

05 Aralık 2024 Perşembe

Yatırım Karşılığı Vatandaşlık: 15 Milyar Dolar ve Tartışmalı Politika

Yatırım Karşılığı Vatandaşlık: 15 Milyar Dolar ve Tartışmalı Politika
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Süleyman Soylu’nun, yabancılara yatırım karşılığı vatandaşlık verilmesiyle 15 milyar dolar gelir elde edildiğini ve bunun “doğru bir politika” olduğunu savunması, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının anlamını ve değerini küçümseyen, kabul edilemez bir yaklaşımı gözler önüne seriyor. Vatandaşlık, bir ülkenin en kutsal haklarından biri, ulusal kimliğin temeli ve millet olma bilincinin ayrılmaz bir parçasıdır. Ancak, bu politika ile Türk vatandaşlığı adeta bir ticari ürün haline getirilmiştir. Bu durum, hem ahlaki hem de stratejik açıdan ciddi sakıncalar barındırmaktadır.

Vatandaşlık Satılmaz: Değerlerimizin Ticareti

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı, tarih boyunca milletimizin bağımsızlık ve özgürlük uğruna verdiği mücadelelerle kazanılmış bir onurdur. Bu vatandaşlığın, belirli bir maddi yatırım karşılığında yabancılara satılması, ulusal kimliğin piyasa değerine indirgenmesi anlamına gelir. Süleyman Soylu’nun bu politikayı “doğru” olarak nitelemesi, sadece vatandaşlık kavramını değersizleştirmekle kalmaz, aynı zamanda vatandaşlık bağını zayıflatarak toplumsal güveni de derinden sarsar.

Kısa Vadeli Kazanç, Uzun Vadeli Kaybın Habercisi

15 milyar dolar gibi bir rakam, ekonomik anlamda büyük görünebilir. Ancak vatandaşlık gibi ulusal bir değerin ekonomik gelirle ölçülmesi, devlet politikalarında stratejik bir körlüğü işaret eder. Şu soruların sorulması gerekir:

  1. Bu yabancı yatırımlar, hangi sektörlerde sürdürülebilir kalkınmaya hizmet ediyor?
  2. Vatandaşlık karşılığında ülkeye giren sermaye, ülkenin bağımsızlığını ve güvenliğini tehlikeye atacak yabancı müdahalelere zemin hazırlıyor mu?
  3. Bu politika, yerli halkın ekonomik ve sosyal dokusuna zarar veriyor mu?

Bu sorulara tatmin edici cevaplar verilemediği sürece, elde edilen rakamın hiçbir anlamı yoktur. Ülkeye yalnızca sermaye girişini değil, uzun vadeli kalkınmayı sağlayacak stratejik yatırımları çekmek önemlidir. Ancak vatandaşlığı bu denli kolay sunmak, Türkiye’yi yabancıların ekonomik oyun alanına çevirmekten başka bir işe yaramaz.

Toplumsal Adalet ve Güvenlik Açısından Tehlikeler

Yatırım karşılığı vatandaşlık politikası, birçok ülkede sosyal adaletsizlik ve güvenlik sorunlarına yol açmıştır. Türkiye’de de bu politika ile:

  • Emlak fiyatlarında şişme yaşanmış, bu durum yerli vatandaşların ev sahibi olmasını zorlaştırmıştır.
  • Toplumdaki ekonomik uçurum derinleşmiştir, zengin yabancıların vatandaşlık almasıyla ekonomik kaynaklara erişim konusunda adaletsizlik artmıştır.
  • Güvenlik zafiyetleri oluşmuş, Türkiye’nin kimlik bilgileri ve vatandaşlık statüsü stratejik manipülasyonlara açık hale gelmiştir.

Bu durum, yerli vatandaşların yaşam kalitesini düşürürken, Türkiye’nin toplumsal yapısını ve ulusal güvenliğini de tehdit etmektedir.

Vatandaşlık Uluslararası Bir Ürün Değildir

Süleyman Soylu’nun 15 milyar doları övmesi, vatandaşlık gibi değerlerin uluslararası bir ürün haline getirildiğinin itirafıdır. Ancak vatandaşlık, ekonomik bir araç değil; tarihsel bağların, kültürel birlikteliğin ve ulusal onurun sembolüdür. Bu tür uygulamalar, vatandaşlığın anlamını yitirmesine neden olur ve ulusal birliğin zedelenmesine yol açar.

Para Her Şeyi Değil, Kimliği de Satın Alamaz

Yatırım karşılığı vatandaşlık politikasını savunmak, ülkenin onurunu ve kimliğini ekonomik çıkarlara feda etmek anlamına gelir. Süleyman Soylu’nun 15 milyar dolarlık getiriyi övmesi, bu politikanın derin ahlaki ve stratejik sorunlarını göz ardı etmektedir. Türkiye, vatandaşlık gibi kutsal değerlerini kısa vadeli kazançlar uğruna ticarete açmamalı, ulusal onurunu koruyacak daha sürdürülebilir ve adil politikalar geliştirmelidir.

Bu ülkenin vatandaşlığı, piyasa koşullarına terk edilecek bir değer değil, atalarımızın bize miras bıraktığı kutsal bir emanettir. Bu emaneti paraya indirgemek, gelecek nesillere karşı işlenmiş büyük bir haksızlıktır.

Devamını Oku

Vatanseverliği Kimden Dinliyoruz?

Vatanseverliği Kimden Dinliyoruz?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Vatanseverlik, üzerine nutuklar çekmekle, sosyal medyada coşkulu paylaşımlar yapmakla ya da şatafatlı sözler söylemekle ölçülemez. Vatanseverlik, özünde fedakârlık, adanmışlık ve dürüstlük gerektirir. Bu değerleri gerçekten yaşamış ve yaşatan insanlar, tarihimizin mihenk taşlarıdır. Ancak bugün, vatanseverlik kisvesi altında, geçmişinde hiç de vatanseverlikle bağdaşmayan tutumlar sergilemiş olan kişilerin ahkâm kesmesine şahit oluyoruz.

Bizim atalarımız, Çanakkale’den Kurtuluş Savaşı’na, her cephede kanlarını dökerek bu toprakları savundu. Adı tarihe altın harflerle kazınan nice gazimiz ve şehidimiz, özgür bir vatan bırakabilmek için canlarını ortaya koydu. İşte vatanseverlik budur! Ancak bugün, “vatanseverlik” kelimesini ağzından düşürmeyen bazı isimlerin geçmişte nerelerde durduğu sorgulanmalıdır.

Osman Gökçek’in babası Melih Gökçek’in FETÖ ile olan yakın ilişkilerini unutmadık. Fetullahçı Terör Örgütü’nün düzenlediği olimpiyatlarda ettiği övgü dolu sözler hâlâ hafızalarda. Bu sözlerin yankısı, FETÖ’nün sinsi planlarının en parlak günlerine ışık tutuyordu. Bu örgüt, vatanın altını oymak için adım adım ilerlerken, onları öven ve destekleyenler bugün nasıl oluyor da vatanseverlik dersi vermeye kalkışabiliyor?

İşte o video

Kimin ne olduğunu unutmadık. Tarih, unutmaz. Bugün, “biz vatanseveriz” diyerek nutuk atanlar, o günlerde FETÖ’ye methiyeler düzerken, kimler bu vatan için mücadele ediyordu, bunu herkes çok iyi biliyor. Vatanseverlik, geçmişte yapılan hataları görmezden gelerek, bugünü kurtarma telaşıyla yaşanacak bir değer değildir.

Eğer vatanseverlikten bahsedeceksek, önce geçmişle yüzleşmek gerekir. Bu yüzleşme olmadan, hiçbir kelime samimi değildir. Bizim atalarımız, bu vatan için can verirken sizin geçmişte hangi safta durduğunuzu hatırlıyoruz. O yüzden, vatanseverlik öğretmeye kalkmayın. Bizi üzemezsiniz, ancak kendi tarihinizi yeniden sorgulamak zorunda kalırsınız.

Unutmayın, vatanseverlik yalnızca sözde değil, özde yaşanır.

Devamını Oku

“Şehit Fırat Yılmaz Çakıroğlu: Kahramanımıza ‘Şehit’ Unvanı Neden Hâlâ Verilmedi?”

“Şehit Fırat Yılmaz Çakıroğlu: Kahramanımıza ‘Şehit’ Unvanı Neden Hâlâ Verilmedi?”
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Fırat Yılmaz Çakıroğlu gibi bir kahramana şehit unvanı verilmesi aslında çoktan yapılması gereken bir eylem olmalıydı. Türk milletinin tarih boyunca kahramanlıklarıyla gurur duyduğu nice evlatları gibi, Fırat Yılmaz Çakıroğlu da ülkesini, vatanını, değerlerini korumak uğruna canını feda etmiştir. Peki biz, onun mücadelesine gereken saygıyı ve değeri gösterebildik mi? Neden hâlâ “Şehit” unvanını layık görmüyoruz? Hainlere karşı sonuna kadar savaşan, gözünü kırpmadan fedakârlık eden bir insanın onurlandırılmasını bu kadar geciktirmek hangi vicdana sığar?

Bu ülkenin, Çakıroğlu gibi kahramanlara borçlu olduğu çok şey var. Milletimizin, vatanımızın bölünmez bütünlüğü için canını hiçe sayarak şehit olanlara duyduğu minnettarlık, sadece sözlerle değil, devlet nezdinde de bir kabul ile perçinlenmelidir. Fırat Yılmaz Çakıroğlu, bu ülkenin gözbebeği, adını tarihe yazdırmış bir yiğittir. Onu onurlandırmak, yalnızca onun mücadelesine değil, vatan için şehit düşen tüm kahramanlara karşı da bir saygı duruşudur.

Bu ülke, onun gibi vatanseverlere olan minnet borcunu şehitlik unvanını geciktirerek mi ödüyor? Artık bu haksızlığa son verilmeli. Adalet yerini bulmalı, Çakıroğlu’nun adı hak ettiği şekilde, “Şehit” unvanı ile anılmalıdır. Bu, Türk milletinin Fırat Yılmaz Çakıroğlu’na olan minnettarlığının ve ona duyduğu saygının simgesel bir göstergesidir. Vatanına ve milletine aşkla bağlı olan böyle bir kahramanın şehit olarak kabul edilmemesi, tarihe karşı da büyük bir sorumluluk ihlalidir. Bu vefa borcu artık ödenmeli!

Devamını Oku

Ana Akım Medyanın Çürümüş Yüzü: Taraflılık ve Manipülasyon

Ana Akım Medyanın Çürümüş Yüzü: Taraflılık ve Manipülasyon
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Son yıllarda, ana akım medyanın ne denli bir çürümüşlüğe büründüğünü görmek, adeta bir toplumsal travmaya dönüşmüş durumda. Medya, toplumun aydınlatıcı unsuru olma iddiasını çoktan unuttu; artık birer propaganda aracı haline geldi. Her gün karşıma çıkan haberler, sanki birileri tarafından titizlikle seçilip, halkın algısını yönlendirmek için şekillendirilmiş gibi. Gerçekten bu kadar mı çaresiziz?

Medya, tarafsızlık gibi yüce bir değerden bahsediyorsa, bunu bir kenara atmanın ne denli kolay olduğuna dair bir ders veriyor. İzlediğim her haberde, gündeme getirilen konuların nasıl seçildiğine, hangi ayrıntıların göz ardı edildiğine dikkat etmeden edemiyorum. Taraflılık, haber sunumunun can damarı haline gelmiş. Her bir satır, her bir görüntü, sanki bir senarist tarafından yazılmış bir senaryo gibi; gerçeklerse sadece seyircinin önüne atılan birer perdeden ibaret.

Kamuoyu, bu manipülatif oyunların kurbanı haline geldi. Gazetecilik, bir zamanlar toplumun nabzını tutmak, gerçekleri yansıtmak için bir araçtı. Artık, sıradan insanların düşüncelerini şekillendiren bir kitle yönetim aracı haline dönüşmüş durumda. İşin en acısı, izleyicilerin bu yalanları sorgulama gereği duymadan, peşin hükümle kabul etmesi. Medya, izleyicisini yalnızca bir tüketici olarak görmekle kalmıyor; aynı zamanda onları inandıklarıyla manipüle ederek, daha da derin bir uykuya itiyor.

Gözlerimizin önünde, önemli olaylar çarpıtılıyor, gerçeğin gölgesinde saklanıyor. Ana akım medya, hangi hikayeyi anlatacağına karar verirken, toplumsal yaraları açmak yerine, bir kargaşa yaratmayı tercih ediyor. Bu çarpık yapının bir parçası olarak, olaylar sadece birer medya malzemesi haline geliyor. İnsanların acıları, mücadeleleri, gözyaşları… Hepsi, birer reyting kaynağı. Bu aşamada, insanlık adına bir utanç kaynağı olmaktan başka bir şey değil.

Medya, kimlerin sesi olacak, kimlerin sesi kısılacak diye karar verme cüretini kendinde buluyor. Bu iktidar savaşı, gerçeklerin yerini yalanların almasına yol açıyor. İşte tam bu noktada, medya yalnızca bir haber kaynağı olmaktan çıkıp, bir manipülasyon aracına dönüşüyor. Ve biz, bu oyunun bir parçası haline gelmeyi kabulleniyoruz. Artık kaçınılmaz bir şekilde, aklımızı yitirmiş durumdayız.

Sonuç olarak, ana akım medya, taraflılık ve manipülasyonun kölesi haline geldi. Bu, yalnızca bir meslek grubunun değil, tüm toplumun yarasına tuz basmak demektir. Gerçeklere ulaşmak, artık bir hayalden ibaret. Medya, bir zamanlar toplumun ışığıydı; şimdi ise karanlık bir sarmalın en derin köşelerine hapsolmuş durumda. Eğer bu durum değişmezse, yarınlarımızı karanlığa gömülecek bir medyanın elinde kaybetmeye devam edeceğiz.

Devamını Oku

Türkiye’nin Siyasi Kör Birliği: Fetö ve Siyasal İslamcılar

Türkiye’nin Siyasi Kör Birliği: Fetö ve Siyasal İslamcılar
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye’nin siyasi arenasında ilerlemenin, demokrasinin güçlenmesinin, ve toplumsal refahın artmasının önünde bir türlü aşamadığımız en büyük engel, Fetö ve siyasal İslamcıların karanlık gölgeleridir. Bu iki topluluk, ülkenin ilerlemesine yönelik her adımı engellemek için kokuşmuş bir işbirliği içinde hareket etmektedirler.

Fetö, yıllarca devletin içine sızmış, her türlü hile ve entrikayı kullanarak kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarını korumuş, ülkenin geleceğini karartmış bir terör örgütüdür. Devletin en kritik noktalarına yerleştirdikleri maşaları aracılığıyla, hukuku yok sayarak, insan haklarını çiğneyerek Türkiye’yi bir kargaşa içinde bırakmışlardır. Hala bu örgütün izlerini temizleme mücadelesi verilirken, siyasi İslamcılar da aynı yolu takip ederek ülkenin laik ve demokratik değerlerini tehdit etmektedirler.

Siyasal İslamcılar, demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün yerine kendi ideolojik hırslarını yerleştirmeye çalışan, toplumu dini çerçevede şekillendirmeye çalışan bir zihniyetin temsilcileridirler. Kadın haklarından eğitim özgürlüğüne, bilimsel ilerlemeden insan haklarına kadar her alanda gerici bir tutum sergileyerek, Türkiye’nin geleceğini karanlığa mahkum etmektedirler.

Bu iki düşman, Türkiye’yi demokrasiden uzaklaştırmakta ve geriye götürmektedirler. Ülkenin gerçek potansiyelini açığa çıkarmak, çağdaş dünyanın bir parçası yapmak için bu iki zehirli grupla hesaplaşma zamanı gelmiştir. Türkiye, bu türden karanlık güçlerle mücadele etmeden ileriye gidemez. İnsanlarımızın ve ülkemizin geleceği için bu mücadeleyi vermek zorundayız.

Fetö ve siyasal İslamcılarla işbirliği yapmaya devam eden veya onlara göz yumanlar, Türkiye’nin ilerlemesine ihanet etmektedirler. Bu ihanet, yıllardır süregelen demokrasi mücadelemize karşı bir hakarettir. Artık bu karanlık gölgeleri dağıtmak, ülkemizi aydınlığa çıkarmak için harekete geçmeliyiz. Geleceğimiz için, Türkiye’nin siyasi arenasını bu kirli ellerden temizlemek zorundayız.

Devamını Oku